“O zamanlar birbirimizi çok seviyorduk. Paramız pulumuz hiçbir şeyimiz yoktu ama sevdamız vardı. Kaçarak evlenmiştik. Bi tane döküntü bi Kartal arabamız vardı, arkasında yorgan, pike, çarşaf takımı, havlu satıyordu eşim. Ben de havluların çeyizlik olanlarını oyalıyordum. Sonra kızımız doğdu. Ben çocuğu daha emzirmek için ilk aldığımda içime bi karalık yapıştı. Yaşamayacakmış gibi sanki. Hiç uyumuyordu, sürekli inler gibi ağlıyordu. Bi haftalıktan sonra alt dudağında vişne çürüğü renginde benler çıkmaya başladı. Şişti böyle sarktı dudağı. Ondan dedik ağlamasına da. Yok paramızla doktor doktor gezmeye başladık. Haseki’ye götürdük, doktor şöyle bi baktı “yok bi şeyi, doymuyor ondan ağlıyor” dedi. Benlere “kılcal damar toplanması” dedi. Kaç sefer o Haseki’yi aşındırdık. Bi gün inlemesine dayanamadık acile gittik ama parasızlıktan yeşil kart çıkaramadığımız için eşimin amcasının torununun yeşil kartlıyla götürdük çocuğu. O da 5 aylıktı, kızım da. Doktor gene üstünkörü baktı “yok bi şeyi, ıhlamur kaynatıp içirin gazı var” dedi. Orada kocam ağlayarak bağırarak doktorun yakasına yapıştı “ röntgen çekin çocuğuma yoksa çıkmam bu hastaneden” diye. O zaman lanet olsun gibisinden röntgene yolladılar bizi. Sıra beklerken emzirmek istedim ama baktım başı düşüyor, mememi alacak dermanı yok. Mememi sıkıp ağzına sütümü akıttım. İşte kursağına giden son şey o sıktığım süt oldu. Meğer kalbi büyümüş, taaa nefes borusunun etrafını sarmış. Filmde çıktı. Hemen telaşla içeri aldılar, bizi yanına koymadılar. Meğer zaten can çekişiyormuş yavrum. Yarım saat oldu olmadı “Ceren K’nın annesi babası kim” dedi doktorlar. “Biziz” dedik, “başınız sağ olsun” dediler. Ceren aslında kartıyla gittiğimiz çocuktu. Ana baba adı hep farklı, anladılar tabii. Ortaya çıkınca yeşil kartta sahtecilik yaptık diye alamadık yavrumu. 2 gün morgda kaldı. Sonra abim yardım etti alelacele yeşil kart çıkardık, o kartla muayene olmuş gösterdik. Ancak İki gün sonra eşim eve getirdi. 14 Ocak’tı, buz gibi bir havaydı. Bembeyaz tülbentle başını sarmışlar, kefenlemişler eşime vermişler. O da sanki üşüycekmiş gibi ceketiyle sarıp, montunun içine sokmuş. Öyle getirdi eve. Tülbente sarılmış başı gözüküyordu yalnız montun içinden. Sanki hastaneden iyileşip çıkmış gibi. Koynuma alıp emzirmek istedim ama bırakmadılar. O gidince biz de dağıldık. Sevda yetmedi, ölümün üstünde duramadı. İşte sonra bir sene oldu, o kendi yoluna ben kendi yoluma gittim.” İstanbul/ 2020
SON SÜT

Bir Cevap Yazın