“Kentli ve aydın bir aileye doğmuş olsam da, nihayetinde bir kadındım. Bir parça yırtılmamı, kendime güvenimi kazanmamı, bağırabilmemi voleybol sağladı. Lisede başladığım bu spor, beni bedenimle barıştırırken, kız kardeşlik bilincini de zihnime nakşetti. Türkiye’deki pek çok alan gibi cinsiyetçi olan bu alanda yıllar geçirdim, bir sporcu olarak biraz erkeksi ve hizadaydım. Sadece bedensel performansımız değil, görüntümüz, ahlâkımız, itaatkârlığımız üst düzeyde önemliydi.Makyaj, erkeklerle flört, diskoda dans, alkol, sigara, mastürbasyon yasaktı. Ama biz yenilmez kızlar takımı, kuralları gizlice yıktık, kendimizi aştık. Üniversiteye başladıktan bir süre sonra voleybolu bırakır bırakmaz bedenim üzerindeki hâkimiyeti devraldım. Kurgulanmış, ideal kadın temsiliyetini reddettim, zayıfladım, cinsiyetsiz kılıklara büründüm. Bedenimin ne kadar zayıflayabileceğini, kemiklerimin kaçının sayılabileceğini, bedenimin içini ne kadar boşaltabileceğimi deneyimledim. İsteğim, cinsiyetli ve sınırlandırılmış, sterilize edilmiş beden algısını yıkmaktı. Sonra zamanla bedenimi, dişi oluşumu sevdiğimi kavradım. Yanlış olan bedenime, cinsiyetime ve cinselliğime toplum, kültür, gelenek tarafından yüklenen anlamlar, roller ve beklentilerdi. Karşı çıktığımsa, kadına ve erkeğe yönelik tanımlamalar, bunlara ilişkin imajlar, davranış kalıpları, cinsiyete dair kimlikler ve eril heteroseksüel cinsiyet kültürü…Tüm bunları fark etmemde, feminizmin büyük rolü var. Hatta kadın bedenimi sevebilmeyi bana öğreten ve beni iyileştiren feminist bilgidir. Bir cinsiyetten diğerine rol, norm, davranış, kıyafet, aksesuar, dil, yoluyla salınırken bir varış noktam yok.Ama şunu biliyorum; bir anne ve bir kocanın seslendirdiği “karı” değilim! ” İstanbul/2020/ SON
BİR FEMİNİST/2

Bir Cevap Yazın