“Ben işte 5-6 yaşlarındaydım babam evden gitti. Biz o zaman Acıbadem’de küçük bi sitede oturuyorduk. Bahçede falan bütün çocuklar beraber oynuyoruz, ben böyle biri babasından bahsettiğinde utanır eve kaçardım, benim babam bizi bırakıp gitti diye. Ama arkadaşlarıma da gururumdan belli etmek istemezdim “aaa Merve’nin babası gitmiş, yok” bilmem ne diye. Hep yalan söylerdim, yok karnım ağrıyor, dersim var, yok teyzeme gidicez falan diye. Baba konusu açıldığında kendimi zavallı gibi hissederdim. Annem de anlasın istemezdim üzülmesin diye. “Niye hemen geldin?” derdi annem ona da bi yalan atardım. Öyle hatırlıyorum hep çocukluğumu. Biri mesela “çocukluk çok güzel”, ya da işte “tekrar çocuk olsak” falan dediğinde ürperiyorum ben. Hiç geri gelsin istemem yani o günler. Sonra ilkokulda, belki 2. sınıftaydım o zaman Zeytin ile Limon karikatürleri vardı. Çok popülerdi. Sabah gazetesinde yayınlanırdı. Tuttururdum anneme biz de Sabah gazetesi alalım diye. Çünkü onlarda benim hasret çektiğim bir şey vardı. İkisi de babalarına “ babiş” derlerdi. Benim babamsa beni hiç arayıp sormazdı. Bütün yatağımın altı gazeteden kesip biriktirdiğim Zeytin ile Limon karikatürleriyle doluydu. Kutsal bi şeydi benim için o karikatürler, onlar benim hayali ailemdi. Bazen pijamamın içine göğsümün üzerine koyar öyle uyurdum. Hani belki rüyamda babamı görürüm diye. Gece kalkıp mesela babama mektup yazardım. Her mektuba da “Babiş” diye başlardım, aynı Zeytin’le Limon’un babalarına dediği gibi. Ama hiçbirini gönderemedim. Sonra büyüdükçe içimde hem bi boşluk, hem de bi kin oldu babama karşı. Evlenmiş çocukları olmuş falan taa o zamanlar yani. Bunları o zaman anneannemden, teyzemden duyardım ama hiç ilgimi çekmiyormuş gibi yapardım. Sonra geçtiğimiz yaz babamdan çocukluğumun hesabını sormak istedim. Ama böyle sinirden titrediğim, yastıkları falan evde kimse yokken babamın yerine koyup hıncımı alana kadar tekmelediğim günler oldu. Hem iş, hem özel hayatımın rayına oturmamasını hep buna bağladım. İçimdeki zehri akıtsam sanki her şey yoluna girecek gibisinden. “Niye beni hiç aramadın?” kafamdaki soru buydu yani. Niye??? Bunu çünkü benim aklım almıyor. Sonra izini buldum, işte yaşadığı şehre gittim, evi buldum. Hesap sormak için güç topladım. Sonra Haziran’ın 28’inde kapılarını çaldım. Babam açtı kapıyı hemen resimlerinden tanıdım. Üzerinde pijaması vardı, mesane torbası hortumuyla beraber pijamanın üzerinden görülüyordu. O kadar acıdım ki, boynuna sarılıp hiç durmadan hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim. Bence beni görünce gayri ihtiyari irkildi. O kısacık anda bunu hissettim. Anneme çok benzerim belki ondan. Ama ben yanlış gelmiş gibi yaptım, bi isim uydurdum işte “ Kevser hanımların evini aramıştım” dedim. O zaman sanki bi rahatladı, yüzü gevşedi ; “ belki yan bloktadır, bu blokta Kevser hanım diye biri yok” dedi. “ Kusura bakmayın rahatsız ettim” dedim çıkıp gittim. Üç ay sonra öldüğü haberini aldık. Hayatımda hiç ağlamadığım kadar ağladım. Ama şimdi daha iyiyim. Aramasını en çok beklediğim kişi öldü çünkü, yani boşuna beklediğim, hayal kırıklığı yaşayacağım bi şey kalmadı. O yüzden gayet iyiyim şimdi.” İstanbul/ 2020
BABİŞ

Bir Cevap Yazın