“Babam biz çok küçükken ölmüş, o yüzden onu hiç hatırlamıyorum. Sadece resimlerinden biliyorum. Onun ölümünden sonra Pendik’e aile apartmanına taşınmışız. Ben orada büyüdüm. Babanem, dedem, amcam, halalarım benim ailem oldu. Babasız büyümedik gibi bi şey oldu yani. Hep etrafımda beni sevenler kollayanlar vardı. Çok mutlu bir ailede büyüdüm diyebilirim yani. Ama son üç sene içinde önce amcamı, sonra dedemi, geçen baharda da babanemi kaybettim. Amcamla, dedemden sonra çok içime kapandım. Annemin karşı çalmasına rağmen, baristalığı falan bıraktım, açıköğretimi boşladım. Hatta kız arkadaşımdan bile ayrıldım. Öyle amaçsız bi döneme girdim. Hayat boş gelmeye başladı. Ölüm varsa niye yaşıyoruz? gibi. Her şeyi, bütün sevdiklerimizi arkamızda bırakıp gideceksek, hayatın bi anlamı yok yani. İşler, güçler falan yalan dolan. Sonra babanemi kaybettim. O zaman çok enteresan bi şey oldu. Babanem ateş böceklerini çok severdi. Kastamonu’da çocukken bahçede çok görürmüş. Kardeşiyle yakalamaya çıkarlarmış. Çayırlarda bazen yüzlerce yanıp sönen küçük ışıklar olurmuş falan. “Küçük fenerli hanımlar” derdi onlara. Kendi annesi böyle bir masal anlatmış ona çocukluğunda. İşte onun cenazesinden döndüğümüz gün, gece sigara içmeye apartmanın önüne çıktığımda babanemin ektiği gülün üzerinde belki 20- 30 tane ateş böceği gördüm. Daha önce hiç rastlamamıştım. Küme halinde gülün sarmaşığında toplanmışlar. Yani bunca yıldır oturduğumuz yer. Işıkları pır pır ettikçe sanki konuşmuş gibi geldi. Ben yani bir mesaj olarak okudum bunu. Hiçbiri aslında gerçekten gitmiyor yani. Siz onları düşündüğünüz, hatırladığınız sürece sizinleler. Belki saçma ama öyle..” İstanbul/2020
KÜÇÜK FENERLİ HANIMLAR

Bir Cevap Yazın