“ İyiliğin hükmü kalmadı artık. Eskiden iyiliğin bir hükmü vardı. İnsan ilişkileri, iyilik, nezaket, minnet, vefa, kibarlık hep bunlar üzerinden yürürdü. İstanbul’da yaşamak, İstanbullu olmak demek hep bunlardı işte. Mesela, “özür dilerim”, “günaydın”, “nasılsınız?”, “teşekkür ederim”. Bunlar işte!, medeniyetin nüvesi bunlar. Şimdi hiçbiri yok! Kara kedi nerede? Ağaca çıktı, ağaç nerede? balta kesti, balta nerede? suya düştü, su nerede? inek içti.. Böyle işte şimdi hepsini inek içti, yandı bitti kül oldu. Sabah sabah kapımı çalıyor kapıcının karısı, kucağında iki yaşında çocuğu, elinde de torba. İkinciye de gebe bu arada. Bana ders veriyor güya ; elindeki torbayı uzatmış diyor ki “bizim oralarda kemik köpeğe verilir, al bunu!”Bak şimdi yaptığına bak. Bu ne işte? Bu; nobranlık, iyilik bilmemek, vefasızlık, teşekkür etmeyi bilmemek. Sebep de şu; akşam yemeğe misafirlerim gelecekti, ayıptır söylemesi et yaptım, zeytinyağlılar, börek şu, bu, neyse. Eti alınca kemikleri de aldım kasaptan ki bunlara vereyim. Bir kemik suyuna çorba, pilav yapsın çocuğuna, kendi de içsin ki karnındaki çocuğa yarasın. Bilmiyorum ben oğlumu öyle büyüttüm hep. Kemik suyuna çorbalarla, beyinle, ciğerle. Makbul bir şeydir yani bunlar. Akşam da bir torba içinde kemikleri kocasıyla yolladım, “kaynatıversin de için bunları” diye. Şimdi işte pazar sabahı elinde kemik torbasıyla kapıma dayanmış, teşekkür edeceğine “ kemik köpeğe verilir, biz köpek değiliz” diyor bana. Tokat’ın köyünden gelmiş bana görgü öğretiyor. Ben, sana onu köpeksin diye vermedim ki a canım, kaynatıp içesiniz diye verdim. Bunlar hep iyilik bilmemekten, görgü, saygı bilmemekten işte.” İstanbul/2019
KEMİK

Bir Cevap Yazın